Aziz Şah – Enternasyonalist Dayanışma (Lefkoşa)
İngiliz sömürgeci geleneğinin bir ritüelidir: Seçilmişlerin ilk yurt dışı ziyaretinin kadim sömürgeleri Hindistan’a yapılması. TC yetkilileri de Büyük Britanya’dan mı feyzaldılar bilinmez, ama Kıbrıs’a uzun yıllardan beridir Hindistan ve İrlanda muamelesi yaptıkları aşikar. Yalnız muamele yapsalar iyi. Sömürgeci TC’nin Hindistan’ı ve İrlanda’sı, Kürdistan ve Kıbrıs’tır yüzyıllardır!
Seçim döneminde Türkiye’de her eve bir işkenceci gibi giren bir şarkı vardı: “Aynı yoldan gelmişiz biz,/ Aynı sudan içmişiz biz,/ Yazımız bir, kışımız bir,/ Aynı dağın yeliyiz biz.” Kuşaklarını birlik ve beraberlik, et ve tırnak hamasi nutuklarıyla büyütmüş Kıbrıslılar’a hiç de yabancı değildi… “Gönüller bir, dualar bir, /Bir Allah’ın kuluyuz biz,” diye de devam eder giderdi. Bugün de Kıbrıs sokaklarına Tayyip Erdoğan’ın “Dünümüz Bir, Yarınımız Bir, Tek Yüreğiz” afişleri hakim.
2011 yılının eylem ve genel grev yılı olarak kayda geçmesinin sebebi TC Burjuvazisinin Kıbrıs’a olan sınıf taarruzuydu. O burjuvazinin temsilcisi olan zat bugün Kıbrıs’ta taraftarlarının ve karşıtlarının eylemleriyle karşılandı. Muhalif Afrika Gazetesi’nin deyişi ile “Grasocular” yani yağcılar Ulusal Birlik Partisi somutunda toplandılar: Tayyip ve Emine Erdoğan uçaktan inince bildik bayrak sallamalar ve istiklal marşı ile karşılandı. Türk Ordusu’na bağlı olan Polis ve Çevik Kuvvet ise protestoculara barikat kurdu, Tayyip’in güzergâhtan geçişi sürecinde.
Geçtiğimiz yılın yaz aylarında “Kıbrıs işlerinden sorumlu devlet Bakanı”, yani gerçek adıyla Sömürge Bakanı Cemil Çiçek, Kıbrıs’a geldiğinde protestolarla karşılanmıştı. Kıbrıs’ta dışarıdan gelen siyasetçileri uçak alanı güzergâhında protesto etme alışkanlığı yoktu. Çiçek ile başladı bu protesto şekli, Tayyip ile devam ediyor; TC’nin sömürgeciliği karşısında da gelenekselleşeceğe benziyor.
Kıbrıslılara daha önce ‘besleme’ diyerek hakaret eden TC başbakanı Recep Tayyip’in Kıbrıs ziyareti henüz daha kamuoyuna yeni sızmıştı ki daha o zamandan sömürge rejiminde büyük bir hareketlilik baş gösterdi. Kuzey Kıbrıs daha önce görmediği temizliği ve bakımı sadece RTE’nin ziyareti vesilesi ile bir haftada görmüştü.
Bugün, Recep Tayyip’in ‘marjinal’ dediği örgütler ve bazı sendikalar, kendisine protestolu bir karşılama yapmak üzere Hamitköy çemberinde buluşacaktı; ancak ‘anayasal hakları’ olan protesto haklarından mahrum edildiler. Eylem yapmak üzere toplanan kalabalık polis barikatı tarafından engellenirken, TC’nin yerleşik-taşıma nüfusu, yani Tayyip taraftarları ‘anayasal haklarını’ kullanabiliyorlardı.
Recep Tayyip’in protestoları görmesini engellemeye çalışan polis ve güvenlik görevlileri, bayağı çaba harcadı. Otobüslerle RTE’nin bakış açısını kapatmak ve eylemcilerden fazla polisi yığmak, coğrafyanın ve tarihin gör dediğinin göstermemek için bir yoldu. Tüm bunlar TC başbakanının protesto gösterilerini görmemesi ve sisteme karşı başlayan başkaldırının üstünün birazda olsa kapatılması içindi. Görünmeseler de seslerini Erdoğan’a duyuran protestocular, sendikal platformun düzenlediği eyleme katılmak üzere KTHY mağdurlarının çadırına doğru yola koyuldular. Bu kez daha kalabalık bir polis grubu çadır önünde eylemciler için bekliyordu.
Üzerinde ‘’Emperyalist kuşatmalara hayır! Ne paranı ne paketini, ne de memurunu istiyoruz’’ yazılı pankartın açılmasından sonra polis pankarta müdahele ederken, polis ve eylemciler arasında arbede yaşandı. Polis müdahelesi bayağı şiddetliydi. Hatta o kadar ki, ilk önce, kol kola duran sendika başkanları ve genel sekreterlerinin burunları kırılmıştı! Her eylemde biraz daha tecrübelenen ve tamamen Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı olan polis, şiddetin dozunu her eylem daha da artırıyordu. Yerde tekmelenen kadınlar, kırılan gözlükler ve dahası.
Eylem sonucu 4 kişi tutuklandı ve 4 kişide ciddi şekilde yaralandı. Yaralananlardan biri de Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası genel sekreteri Mehmet Taşker’di.
Kıbrıslılara hakaret eden ve tamamen TC’nin sömürgeci politikasının bir temsilcisi olarak Kuzey Kıbrıs’a gelen Tayyip’i protesto edenler, kıyasıya coplandı. Ancak es geçilemeyecek bir şey var ki: Artık işgal ve sömürgeci rejimin temelleri sarsılmaya başlamıştır!
Neo liberal, müdahaleci, maneviyatçı, ‘et ve tırnak’çı, hamasi, işgalci ve sömürgeci Recep Tayyip Kıbrıs’ta. Bunca lanetlenmiş sıfatı hak ettiğindendir ki Tayyip ismi, isim değil sıfattır Kıbrıslı’nın gözünde. Nasıl ki daha önce sömürge bakanı Cemil Çiçek, gaf üstünde gaf, taş üstünde taş bırakmamıştı ve 2011’de başlayan grevler yürüyüşünün sebebi olmuştu; Tayyip de yine neo liberal sınıf taarruzu ile gelmiştir Kıbrıs’a, sömürgeci dili ile gelmiştir, ırkçı öfkesi ve küstahlığıyla gelmiştir: Sömürgeci başbakan, grassocuların salladığı bayrağa bakmasın, Kıbrıslı maneviyatçı sözlere taraftar olmaz, “ayni dağın yeli” olmadığımızı çok iyi bilir. Hiç öyle kurtarıcı gibi gelmesin Tayyip! Kıbrıslılar, kamusal üretim araçlarını özelleştirenleri sevmez, çünkü ‘ilkel birikim rejimi’nin, yani sömürge rejiminin sınırlarının sonuna çoktan gelinmiştir! Biz sizin Misak-ı Milli sınırlarınız içinde değiliz bayım, biz sizin sıkı yönetim ilan ettiğiniz coğrafyanın dışındayız; siz bizi o sınırlar dahilinde saysanız, sıkı yönetim ilan edip sömürgeci dilinizi konuştursanız da, Kıbrıslılar Misak-ı Milli dışında olduklarını fark etmiştirler. Balkon konuşmasında, “Gözlerini Türkiye’ye çevirmiş, Türkiye’den gelecek haberleri büyük bir heyecanla takip eden, Bağdat, Şam, Beyrut, Kahire, Tunus, Saraybosna, Üsküp, Bakü, Lefkoşe ve diğer tüm dost ve kardeş ülke başkentlerini, halklarını buradan muhabbetle selamlıyorum.” Sözlerinin içinde yatan bir Kıbrıs vardır ki yeni-Osmanlıcılık da denebilir, TC burjuvazisinin sınır-ötesi ideolojisi de… Buna karşı da durmak proleter enternasyonalizminden geçer!
NTV muhabiri Kuzey Kıbrıs ‘Türkiye’ Cumhuriyeti diyebilir, üstüne dönüp başkentin adını yanlış söyleyebilir, Lefkoşe diyebilir Tayyip gibi. Zaten sömürgeci halindendir ki bütün muhabirler anlaşmış gibi, bir Kıbrıs demeye bir de Kürdistan demeye bu kadar zorlanırlar. İlla ki önüne yavru vatan korlar, sözde Kürdistan derler; bir Dersim bir Lefkoşa demeye zorlanırlar, Amed’i ise ağızlarına bile almazlar; Omorfo’yu bilmezler çünkü onun adını Güzelyurt yaptılar işgal edileli beri. Tüm bu yanlışlar bir doğru edip, bizim kendimizi Türkiye sanmamıza neden olmaz! ‘Küçük Türkiye’ olma planları yapıldı geçmişte. Bunu yapanlar sömürgeciler ve sömürgedeki sınıf işbirlikçileriydi. Hep bir slogan olarak kaldı: “Küçük Türkiye olacağız!” Epeydir de unutuldu çünkü herkes sömürge olduğunu biliyor… Sömürge Rejimi’ni kamufle etmek için varlığını sürdüren ‘bağımsız’ KKTC’nin sözde-dışişleri bakanı Hürriyet muhabirini bile şaşırtan bir cümle kuruyor: ''Sayın Başbakanımız (ki burada Erdoğan’ı kastediyor) esas ev sahibi olarak bulunacak. Çok önemli bir ziyaret bu.''
‘Ev sahibi’ Erdoğan bu minvalde sömürgeci devletin İrlanda’sına varmıştır. Egemenlik, olağanüstü hâl ilan etme hakkıdır, Tayyip Erdoğan’ın da siyaseti tamamen bir egemen olma siyaseti üzerine kuruludur. Egemen olamadığım yer benim değildir diyerek taarruzunu derinleştirmektedir. Kıbrıs artık bir olağanüstü hâl bölgesidir, İslamcı ve Laik burjuvazinin iç savaşının güney cephesidir Kıbrıs; kontrgerillanın asırlık kalesine hakim olma kavgası veriyor Tayyip. Neoliberal sıkıyönetim sürüyor ve bu durum, şiddet aygıtıyla taçlandırılıyor: Sömürgeciliğin bir yolu olan “in-direct rule’dan direct rule’a geçiş süreci” yaşanmaktadır, sancı bundandır. Sınıf bilinci de bu sertleşen koşullarda kendini oluşturmaktadır. Kıbrıs Türk Hava Yolları’nı Kıbrıslılar batırmıştır sömürgeciye göre, Elektrik Kurumu ve Telekomünikasyon Dairesi’ni batıracaktır, DAÜ-DAK’ı yönetmeyi becerememişlerdir, Kooperatif batırılmış bile olabilir, Vakıflar batırılacaktır; Sömürgecinin görevi medeniyeti götürüp özelleştirme adı altında el koymaktır. Karl Marx’ın Kapital’de bahsettiği şekliyle “ilkel birikim”dir bunun adı. Bu el koyma süreci de sınıf bilincinin öfke ile harmanlanmasına kaynaklık etmektedir.
Ekonomik kriz ve burjuvazinin sınıf taarruzu vesilesiyle amaçsız (genel)grev ve eylemlerle sürekli yenilen ve evlerine çekilen toplumsal tabanda açılan yarık, “Dünümüz Bir, Yarınımız Bir, Tek Yüreğiz” hamaseti altında gizlenen ideolojik taarruzla daha da derinleştirilmek istendi. Burjuvazi açısından yanlış bir yönü varsa bu ideolojik saldırının, o da şiddetin hakimiyet alanıdır. Tayyip, bir sıfat olarak ‘diktatörlük koşulları’ anlamına geldiği için bu durumu göremezdi; çevresindeki sınıf işbirlikçisi sömürge yerlileri ise ‘Sayın Başbakanlarına’ ev sahibi muamelesi yaptıkları için gerçeği söyleyemezdiler. O kadar acze düştüler ki, “aman başbakan görmesin” diyerek eylemcilerin önünü otobüslerle kapattılar. Tayyip, nasıl ki saygısızca Hopa’nın tarihine ters bir şekilde ‘Hopa fatihi’ olmaya kalktı, buna karşın yer yerinden oynadı. Şimdi de eşkıya Kıbrıs’a inmiştir!
Kıbrıs’ın işgalinin 37. Yılında taşlar yerinden oynadığını göstermiştir; Denktaş’ın 16 Ağustos 1974’te dile getirdiği, Kıbrıs Türk burjuvazisinin hayalini kurduğu devlet artık kâbusa dönüşmüştür: “Federe Türk Devleti Kıbrıs’ta kurulmuştur ve sınırları Türk askerinin gittiği yerdir” diyordu Denktaş. O Devlet bugün yönetemez durumda, burjuvazisi ise TC’nin İslamcı ve Laik burjuvazisinin iç savaşının gölgesinde esamesi okunmaz bir halde, mülksüzleştirilen halk kitleleri her gün biraz daha öfkeli; tam da bunların üzerine Türkiye’nin kırmızı çizgileri hayatın tam ortasından geçerek sınıf öfkesini ihlal ediyor…
Tam da böyle bir mevzilenme oluşmuşken, Kıbrıs solu hala TSK’nın emri altındaki polisin neden böyle davrandığını anlamamakta ısrarcı; yerli polisin yerli gibi davranmasını bekliyor, yani müsamaha bekliyor. Daha da ileri giderek toplumsal bir dönüşüm yaşanacaksa polisiyle ordusuyla yaşanacağını söyleyenler bile var aralarında. Polise bildiri dağıtan sol-gruplar gördük Batı Avrupa’da, polisi de eyleme çağırdılar. Devlet mefhumunu ve onun aygıtlarını anlamayan bir sol mevcut Kıbrıs’ta da. “Polisin bizim karşımızda ne işi var?” diyenler bile var. Mücadelenin kitleselleşmesi gerektiği aşikâr. Bu tür kapı kulu solculuğu ancak sınıf mücadelesi ile aşılabilir, bu kapı kulları sendikalardan tutun Tayyip’in marjinal ilan ettiği örgütlere kadar her yere sızmış durumdadır. Tayyip’in bu saldırısına karşı çocukça “sol” sloganları aşan, grev komiteleriyle tabana yayılmış bir sınıf mücadelesi dünyası inşa etmek zorundayız, hâlâ daha ısrarla sektörleri birbirinden ayırarak direnebileceğini sanan ‘sonuçsuz mücadelelerin sendikaları’ olan Sendikal Platform verdiği sözlerin arkasında durmalıdır: KTÖS genel sekreteri Varoğlu, Mart ayında, herhangi bir ‘göç yasası’ mecliste görüşülürse bile Süresiz Genel Greve gideceklerini açıklamıştı; Süresiz Genel Grevin ısrarlı savunucusu olan bizleri sevindirmişti bu durum! Ama ne oldu: DAÜ-DAK özelleştirildi, Kooperatif’in de devredildiği haberleri dolaşıyorken, ne genel grev var ne süresiz grev, ne de “Bu okula el konmuştur!” sloganının altında bir hakikat! Acil görevimiz ‘işçi komiteleri’ denetiminde örgütlenecek bir direniş, o zaman kapı kulu sol da sendikal bürokrasi da anlayacak sınıf mücadelesinin anlamını! Dahası bu yapılmadığı sürece Kıbrıs rüya ile kabus arasında bir araftır!
Kıbrıs’ın önünde bir ayrım vardır: Ya Kürdistan, Arap ve Akdeniz devrimlerinin bir parçası olmak, ya da karşı devrimin askeri üs’sü olarak kalmak!